29 Nisan 2016 Cuma

çalısan anne sendromu...




Kapıya yaklaştım içimde bir hüzün, çantamı aldım… Tombiler heyecanlandı onlar da gelecek zannettiler sanırım. “Beni yolcu etmeyin” dedim yardımcımız Azize’ye, kapıyı kapattım arkamdan. Hayatımda ilk kez kapıyı kilitlemeden işe gidiyorum çıkıyorum sanırım diye düşündüm.

Asansör geliyor… 10-11-12-13 dinggg!! Bindim aynaya baktım! Kendimle göz gözeyim… İki ufak damla yaş…  Arabaya bindim, anında radyoda başladı; en sevdiğim şarkılardan birisi “californian dreamin” şükürler olsun diye düşündüm, bu bir işaret… Yüzüm güldü yeniden, muhtemelen gözlerim de…

O Pazartesi hayatımda yepyeni bir dönem başlıyordu…
Ve şimdi bakıyorum da… Neredeyse 7 ay oldu iş hayatına yeniden döndüğümden beri. İlk günler heyecanlı ve merak ederek geçti aklım hep evde ve kameraların canlı yayınındaydı evet. Ama zamanla çok daha iyi hissetmeye başladım.





Şimdi başa dönelim. Tombiler doğduktan sonra ilk 17 gün ikisi birlikte, sonraki 15 günde sadece Eliz yoğun bakımdaydı. Yani biz ikizli hayatımıza bir miktar gecikmeli ve sancılı bir süreç ile başladık. Doğum yaptığım ilk günden itibaren annem ve çoğu zamanda kardeşlerimiz bizimle birliktelerdi. İlk zamanlar moral olarak da desteğe ihtiyacımız olan bir dönem olduğundan sevdiklerimiz bizi hiç yalnız bırakmadı şükürler olsun. İki bebek de eve geldikten sonra prematüre olmalarından kaynaklı olarak ev popülâsyonunu düşük seviyelerde tutmaya başladık. Zaten gündüz saatlerinde herkesin koşturmaları, işi, okulu olduğu için çoğunlukla annem ve ben tombilerin öz bakımı ile ilgilenmeye başladık.

Açıkçası o dönemlerde bakıcı için yaz dönemini beklemek fikrindeydim; hem maddi olarak hem de manevi olarak evde yeni biri ile yaşama fikri bize zorlayıcı gelmekteydi. Ama zamanla hayat çok zorlaşmaya başladı. Son 10 yılını çalışarak geçirmiş bir insan olmama rağmen evin hiç sakinleşmeyen temposu ve bebeklerin sonsuz ihtiyaçları aynı zamanda evin temizliği, yemeği, çamaşır yıkama, asma, kurutma, ütülme döngüsü ve misafir ağırlama sıklığı oldukça yıpratıcı olmaya başladı. İkinci ayın sonunda ben zombi bir loğusaya dönmüş, annemde vertigo atakları ile baygınlıklar geçirmeye başlamıştı.

Hal böyle olunca bakıcı bulma sürecimizi hızlandırdık ve karşımıza Azize çıktı. 3. Ayın başından itibaren evimizde bir yardımcımız vardı çok şükür. İlk dönemlerde sadece ev işleri için bize destek oluyordu. Yemek yapmak hariç diğer tüm işlerimize yardımcı olarak başladı ve bebekler neredeyse 5 aylık olana kadar da onlar ile ilgili bir sorumluluk vermedim, geceleri hiç uyandırmadım (hala gece kaldırmıyorum ben ilgileniyorum) sonra ben ona alıştıkça ve güvendikçe bebeklerin bakımı ile ilgili görevlerini arttırmaya başladık. Haziran ortasında yazlığımıza geçtik, güzel hava ve sağlıklı beslenme imkânları aynı zamanda dingin bir ortam bize çok daha iyi geldi. Yaz dönemini loğusa depresyonumu atlatmaya, bebekli hayatıma alışmaya ve kendimi dinlemeye ayırdım.

Ağustos ayının ortalarına doğru Ankara’ya annem olmadan döndük ve işe başlama dönemine hazırlanmaya başladım. Bizim yazlıkta olduğumuz dönemde Barış; evin daha önce belirlediğimiz önemli noktalarına kamera sistemini taktırmıştı. (Salon, koridor ve bebeklerin odalarında canlı bağlantı ile izleyebileceğimiz kameralarımız bulunuyor.)
İlk olarak 30 dakikadan başlayacak şekilde, her gün bebekleri Azize ile yalnız bırakmaya başladım, bu hem benim için hem de onun için bir alışma neler yapabiliyoruz anlama süreci oldu. İkinci hafta yalnız bırakma süremi yarım güne çıkarttım. Bu dönemde eve döndüğümde bebeklerin durumunu, moralini ve huzur durumunu hep tarttım.

Eylül ayı başında işe başlama dönemim geldi. İlk haftalarda her gün 2-3 sefer farklı saatlerde emzirmek ve kontrol için eve geliyordum. Bu saatleri hiçbir zaman sabit tutmadım hep farklı vakitlerde gitmeye çalıştım. İşimin evime yakın olması, günlük programımı kendim yapıyor olmam ve çalıştığım şirketin ve müdürlerimin desteği bu dönemi kolayca geçirmemi sağladı. Annemin tekrar Ankara’ya dönmesinin ardından onun da desteği arttı. Haftanın birkaç günü gündüz Azize’ye gece de bize destek olmak üzere bizde kalmaya başladı. Şuan ki sistemimiz de bu şekilde devam ediyor. Ben gün içerisinde en az 3 sefer telefonla aramaya devam ediyorum. Bazı zamanlarda eve erken dönüyorum, bazen ise gün içerisinde uğruyorum vaktim olduğunda. Annemin olduğu günlerde ise Azize ev işleri ile biraz daha yoğun ilgileniyor.

Sistemi anlattım, biraz da psikolojimi anlatayım…


(fotoğraf alıntıdır)

Ben çalışan bir annenin kızıyım. 10 ay annem bakmış bana sonrasında 2,5 yaşıma kadar ananem ve teyzem. Ardından zaten kreşe başladım. Hiçbir zaman ailemle bir kopukluk yaşamadım, hiçbir eksikliğini hissettiğim keşke dediğim dönemi hatırlamam. Erken yaşta kreşe gittiğim için hep çok sosyal, iletişim kurmakta zorlanmayan, disiplinli bir çocuk oldum. Ve annemle her zaman gurur duydum. Hayatım boyunca hep onun gibi, işinde başarılı, arkadaşları ile sağlam ilişkiler kuran, evine verimli vakit ayıran, okuyan, sanatla ilgilenen, bakımlı bir kadın olmayı hayal ettim. Bakımlı olmak haricinde diğerlerini başardığımı düşünüyorum şimdilik J Hamile kaldığımda veya doğumdan sonra hiçbir zaman çalışmaya devam etmesem mi diye düşünmedim. Hep planımı programımı buna göre yapmaya çalıştım. Çünkü ben çalışarak daha mutlu olacağımı ve evlatlarıma daha faydalı olacağımı biliyordum. Benim iç sesim hep bunu söyledi bana ve bende toplum baskısını değil içimdeki sesi dinledim. Çok sevdiğim işime ve çalışma hayatıma bebeklerim 7 aylık olduğunda geri döndüm. İlk günler zor geçti evet ama zamanla kendimi çok daha iyi hissetmeye, farklı şeyler düşünmeye ve katma değer yaratmaya başladım. En önemlisi sıcak yemek yiyebiliyor, çay kahve içebiliyordum. :)

Günümüzde annelik savaşının en önemli raundlarından birisi de bu durum. Çalışan annenin çalışmayana, çalışmayanın da çalışana yaptığı eziyeti patronlar bile yapmıyor bence. Hayatım boyunca ikircikte kaldığım her durumda kendimle konuştum ve vicdanımın bana söylediği şeyi yapmaya çalıştım. Zaten en doğru cevabı bana hep ben verdim.

Kolay mı? Elbette ki değil. Gece birkaç saat uyumama rağmen her sabah giyinip, makyaj yapıp işe gelmek, başarılı olmaya çalışmak, gün içinde full performans sergilemek elbette çok zor. Aynı zamanda bebeklerin ve evin ihtiyaçlarını takip etmek, evde biriyle yaşamak onu yönetmek, iş hayatının stressi ile başa çıkmak çok zorlayıcı. Evimin alışverişini, yemeğini yapmaya devam ediyorum, sosyal hayatımı aksatıyorum, eşimle arkadaşlarımla da vakit geçirmeyi ihmal etmiyorum aynı zamanda… Çok yoruluyorum bazen bunalıyorum ama çok da mutlu oluyorum. Günümün bir dakikasını bile boşa harcamıyorum bu sayede. Bu da benim için çok kıymetli. Her insanın içinde çok yüksek bir potansiyel olduğunu düşünüyorum, annelik bu potansiyelin daha büyük kısmını kullanmamızı sağlıyor ne mutlu ki. 

Her şeye yetecek gücüm var çok şükür, sağlığım yerinde ve her zaman içimdeki sesi dinliyorum…

O ses aksini söyleyene kadar da; çalışıyorum ve çalışmayı çok seviyorum...
Ben kendi doğrumu biliyorum ama sadece kendiminkini. Bu işin bir doğrusu yok; herkesin gerçekleri, istekleri ve koşulları birbirinden çok farklı. Bu nedenle asla ve asla kimseyi yargılamamaya özen gösteriyorum. Ben kendimle de, çalışmayıp bebeklerinin bakımını üstlenen tüm arkadaşlarımla da gurur duyuyorum.





Haaa bir de… İç sesime tapıyorum :) bana hep en doğruyu bulduruyor…
sizde öyle yapın... 
hem ne demiştik..

"annelik.. içinden geldiği gibi..."

(fotoğraf: lariendijital)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder