Kapıya yaklaştım içimde bir hüzün, çantamı aldım… Tombiler
heyecanlandı onlar da gelecek zannettiler sanırım. “Beni yolcu etmeyin” dedim
yardımcımız Azize’ye, kapıyı kapattım arkamdan. Hayatımda ilk kez kapıyı
kilitlemeden işe gidiyorum çıkıyorum sanırım diye düşündüm.
Asansör geliyor… 10-11-12-13 dinggg!! Bindim aynaya baktım!
Kendimle göz gözeyim… İki ufak damla yaş… Arabaya bindim, anında radyoda başladı; en sevdiğim
şarkılardan birisi “californian dreamin” şükürler olsun diye düşündüm, bu bir
işaret… Yüzüm güldü yeniden, muhtemelen gözlerim de…
O Pazartesi hayatımda yepyeni bir dönem başlıyordu…
Ve şimdi bakıyorum da… Neredeyse 7 ay oldu iş hayatına
yeniden döndüğümden beri. İlk günler heyecanlı ve merak ederek geçti aklım hep
evde ve kameraların canlı yayınındaydı evet. Ama zamanla çok daha iyi hissetmeye
başladım.
Şimdi başa dönelim. Tombiler doğduktan sonra ilk 17 gün
ikisi birlikte, sonraki 15 günde sadece Eliz yoğun bakımdaydı. Yani biz ikizli
hayatımıza bir miktar gecikmeli ve sancılı bir süreç ile başladık. Doğum
yaptığım ilk günden itibaren annem ve çoğu zamanda kardeşlerimiz bizimle
birliktelerdi. İlk zamanlar moral olarak da desteğe ihtiyacımız olan bir dönem
olduğundan sevdiklerimiz bizi hiç yalnız bırakmadı şükürler olsun. İki bebek de
eve geldikten sonra prematüre olmalarından kaynaklı olarak ev popülâsyonunu
düşük seviyelerde tutmaya başladık. Zaten gündüz saatlerinde herkesin
koşturmaları, işi, okulu olduğu için çoğunlukla annem ve ben tombilerin öz
bakımı ile ilgilenmeye başladık.
Açıkçası o dönemlerde bakıcı için yaz dönemini beklemek
fikrindeydim; hem maddi olarak hem de manevi olarak evde yeni biri ile yaşama
fikri bize zorlayıcı gelmekteydi. Ama zamanla hayat çok zorlaşmaya başladı. Son
10 yılını çalışarak geçirmiş bir insan olmama rağmen evin hiç sakinleşmeyen
temposu ve bebeklerin sonsuz ihtiyaçları aynı zamanda evin temizliği, yemeği,
çamaşır yıkama, asma, kurutma, ütülme döngüsü ve misafir ağırlama sıklığı
oldukça yıpratıcı olmaya başladı. İkinci ayın sonunda ben zombi bir loğusaya
dönmüş, annemde vertigo atakları ile baygınlıklar geçirmeye başlamıştı.
Hal böyle olunca bakıcı bulma sürecimizi hızlandırdık ve
karşımıza Azize çıktı. 3. Ayın başından itibaren evimizde bir yardımcımız vardı
çok şükür. İlk dönemlerde sadece ev işleri için bize destek oluyordu. Yemek yapmak
hariç diğer tüm işlerimize yardımcı olarak başladı ve bebekler neredeyse 5
aylık olana kadar da onlar ile ilgili bir sorumluluk vermedim, geceleri hiç
uyandırmadım (hala gece kaldırmıyorum ben ilgileniyorum) sonra ben ona
alıştıkça ve güvendikçe bebeklerin bakımı ile ilgili görevlerini arttırmaya
başladık. Haziran ortasında yazlığımıza geçtik, güzel hava ve sağlıklı beslenme
imkânları aynı zamanda dingin bir ortam bize çok daha iyi geldi. Yaz dönemini loğusa
depresyonumu atlatmaya, bebekli hayatıma alışmaya ve kendimi dinlemeye ayırdım.
Ağustos ayının ortalarına doğru Ankara’ya annem olmadan
döndük ve işe başlama dönemine hazırlanmaya başladım. Bizim yazlıkta olduğumuz
dönemde Barış; evin daha önce belirlediğimiz önemli noktalarına kamera
sistemini taktırmıştı. (Salon, koridor ve bebeklerin odalarında canlı bağlantı
ile izleyebileceğimiz kameralarımız bulunuyor.)
İlk olarak 30 dakikadan başlayacak şekilde, her gün
bebekleri Azize ile yalnız bırakmaya başladım, bu hem benim için hem de onun
için bir alışma neler yapabiliyoruz anlama süreci oldu. İkinci hafta yalnız
bırakma süremi yarım güne çıkarttım. Bu dönemde eve döndüğümde bebeklerin
durumunu, moralini ve huzur durumunu hep tarttım.
Eylül ayı başında işe başlama dönemim geldi. İlk haftalarda
her gün 2-3 sefer farklı saatlerde emzirmek ve kontrol için eve geliyordum. Bu saatleri
hiçbir zaman sabit tutmadım hep farklı vakitlerde gitmeye çalıştım. İşimin evime
yakın olması, günlük programımı kendim yapıyor olmam ve çalıştığım şirketin ve
müdürlerimin desteği bu dönemi kolayca geçirmemi sağladı. Annemin tekrar Ankara’ya
dönmesinin ardından onun da desteği arttı. Haftanın birkaç günü gündüz Azize’ye
gece de bize destek olmak üzere bizde kalmaya başladı. Şuan ki sistemimiz de bu
şekilde devam ediyor. Ben gün içerisinde en az 3 sefer telefonla aramaya devam
ediyorum. Bazı zamanlarda eve erken dönüyorum, bazen ise gün içerisinde
uğruyorum vaktim olduğunda. Annemin olduğu günlerde ise Azize ev işleri ile
biraz daha yoğun ilgileniyor.
Sistemi anlattım, biraz da psikolojimi anlatayım…
(fotoğraf alıntıdır) |
Ben çalışan bir annenin kızıyım. 10 ay annem bakmış bana
sonrasında 2,5 yaşıma kadar ananem ve teyzem. Ardından zaten kreşe başladım. Hiçbir
zaman ailemle bir kopukluk yaşamadım, hiçbir eksikliğini hissettiğim keşke
dediğim dönemi hatırlamam. Erken yaşta kreşe gittiğim için hep çok sosyal,
iletişim kurmakta zorlanmayan, disiplinli bir çocuk oldum. Ve annemle her zaman
gurur duydum. Hayatım boyunca hep onun gibi, işinde başarılı, arkadaşları ile
sağlam ilişkiler kuran, evine verimli vakit ayıran, okuyan, sanatla ilgilenen,
bakımlı bir kadın olmayı hayal ettim. Bakımlı olmak haricinde diğerlerini
başardığımı düşünüyorum şimdilik J
Hamile kaldığımda veya doğumdan sonra hiçbir zaman çalışmaya devam etmesem mi
diye düşünmedim. Hep planımı programımı buna göre yapmaya çalıştım. Çünkü ben çalışarak
daha mutlu olacağımı ve evlatlarıma daha faydalı olacağımı biliyordum. Benim iç
sesim hep bunu söyledi bana ve bende toplum baskısını değil içimdeki sesi
dinledim. Çok sevdiğim işime ve çalışma hayatıma bebeklerim 7 aylık olduğunda
geri döndüm. İlk günler zor geçti evet ama zamanla kendimi çok daha iyi
hissetmeye, farklı şeyler düşünmeye ve katma değer yaratmaya başladım. En önemlisi
sıcak yemek yiyebiliyor, çay kahve içebiliyordum. :)
Günümüzde annelik savaşının en önemli raundlarından birisi
de bu durum. Çalışan annenin çalışmayana, çalışmayanın da çalışana yaptığı
eziyeti patronlar bile yapmıyor bence. Hayatım boyunca ikircikte kaldığım her
durumda kendimle konuştum ve vicdanımın bana söylediği şeyi yapmaya çalıştım. Zaten
en doğru cevabı bana hep ben verdim.
Kolay mı? Elbette ki değil. Gece birkaç saat uyumama rağmen
her sabah giyinip, makyaj yapıp işe gelmek, başarılı olmaya çalışmak, gün
içinde full performans sergilemek elbette çok zor. Aynı zamanda bebeklerin ve
evin ihtiyaçlarını takip etmek, evde biriyle yaşamak onu yönetmek, iş hayatının
stressi ile başa çıkmak çok zorlayıcı. Evimin alışverişini, yemeğini yapmaya
devam ediyorum, sosyal hayatımı aksatıyorum, eşimle arkadaşlarımla da vakit
geçirmeyi ihmal etmiyorum aynı zamanda… Çok yoruluyorum bazen bunalıyorum ama
çok da mutlu oluyorum. Günümün bir dakikasını bile boşa harcamıyorum bu sayede.
Bu da benim için çok kıymetli. Her insanın içinde çok yüksek bir potansiyel
olduğunu düşünüyorum, annelik bu potansiyelin daha büyük kısmını kullanmamızı
sağlıyor ne mutlu ki.
Her şeye yetecek gücüm var çok şükür, sağlığım yerinde ve
her zaman içimdeki sesi dinliyorum…
O ses aksini söyleyene kadar da; çalışıyorum ve çalışmayı
çok seviyorum...
Ben kendi doğrumu biliyorum ama sadece kendiminkini. Bu işin
bir doğrusu yok; herkesin gerçekleri, istekleri ve koşulları birbirinden çok
farklı. Bu nedenle asla ve asla kimseyi yargılamamaya özen gösteriyorum. Ben kendimle
de, çalışmayıp bebeklerinin bakımını üstlenen tüm arkadaşlarımla da gurur
duyuyorum.
Haaa bir de… İç sesime tapıyorum :) bana hep en doğruyu bulduruyor…
sizde öyle yapın...
hem ne demiştik..
"annelik.. içinden geldiği gibi..."
(fotoğraf: lariendijital) |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder